Sayfalar

30 Ağustos 2013 Cuma

Tekrarcı mısın Tekçi mi?





























Sen Hangi Tipsin?

Bir insan tipi vardır, mesela bir filmi çok beğenmiş dahi olsa asla ikinci defa izlemez. 
E izledim ya ben onu, bir daha niye izleyeyim ki? der. Bir de burnunu buruşturur böyle. Sanki önceden bayıla bayıla izleyen kendisi değildi. 

Kitaplar için de geçerli aynı durum. Okudum ben onu der, koyar noktayı. Bir daha okumaz aynı kitabı, önceden hayran kalmış bile olsa. Bir kere okunduktan sonra temelli rafa kalkar artık o kitap.
İkinci kez izlemeyi, okumayı belki zaman kaybı olarak gördüğünden ya da belki aynı tadı alamayacağını düşündüğünden. Kim bilir.
Ben eleştiriyor muyum şimdi bu insan tipini? Hayır. Asla! Hatta özeniyor bile olabilirim.
Çünkü ben bunun tam zıttıyım.
Tabii ki her filmi üçer kere izleyip, her kitabı beşer kere okumuyorum. 
Ama eğer çok sevmişsem o filmi yüz kere de izleyebilirim, hep aynı keyifle.
Kitap için ise araya biraz unutma zamanı girmesi gerekiyor. Yani okurken beni tekrar şaşırtabilmeli, Vaay böyle mi oluyordu? dedirtebilmeli. Eh bunun için de çoook uzun bir süre geçmesi gerekmiyor. Hafızamın o sıralarda hangi balık cinsinde gezdiğine bağlı olarak değişiyor. 

Koca İtinayla Çıldırtılır

Mesela müzik dinlerken de bir parçayı tekrara alıp ard arda defalarca dinleyebilirim. Ya da yirmi parçalık bir çalma listesini bir hafta boyunca sürekli döndürebilirim ki bu şekilde bitişik odada çalışan kocama da defarlarca kafayı yedirtmişliğim oldu!

Sevdiğim dizilerde de durum değişmiyor. Ama burada da kitaptaki durum söz konusu; biraz unutmam gerekiyor. Yeterli unutmuşluk kıvamına erdikten sonra gelsin sezonlar, gitsin bölümler. 
Mesela Desperate Housewives en sevdiğim yabancı dizilerimdendi. Yedi sezonunu yutarak izlemiş ama son sezon olan sekizinci sezona bir türlü başlayamamıştım. Başlamaya hazır olduğumda ise aradan çok uzun zaman geçmişti ve benim için çok kıymetli olan son sezonu tam tadıyla izleyebilmek için, koskoca yedi sezonu da yeni baştan - ve aynı keyifle- izlemiştim.

Kuzey Güney Yeniden

Tasarım ya da illüstrasyon yaparken illa ki müzik dinlerim ama hediyelik eşya 
türevi seri üretim çalışmalarımı yaparken bilgisayardan dizi açarak oyalanırım.
Kuzey Güney dizisine de bu şekilde başlamıştım ve hatta Kuzey Güney Vakası adlı bir de yazı yazmıştım bunun üzerine.
İşte şu günlerde yeni bir Kuzey Güney vakası yaşıyorum. Yine seri üretimdeyim ve başka dizi kalmamış gibi yine ona dadandım ilk bölümünden itibaren ve işin garibi daha önce izlememişim gibi aynı heyecanla. Birinci sezonu afiyetle bitirdim ve - utanmadan - daha birkaç ay önce bitmiş olan ikinci sezona başladım! Pes diyorum kendime, ne diyeyim. Hani hiç tutucu, sabit fikirli bir insan da değilimdir ama bu konuda huyum kurusun ki huyum böyle.

24 Beni Çağırıyor

Dün işi gücü bitirip kanepeye yayılmış kocamın işten dönmesini bekliyordum. Kitap okuyacak kafada da değildim, hadi dedim şu eski (!) yabancı dizilere bir bakayım. Bütün sezonlarını aç kurtlar gibi izleyip bitirdiğimiz, Kiefer Sutherland'in  24'üne ilişti gözüm. 
En severek izlediğimiz ilk sezonları da iyice unuttuğumu fark ettim. Şööyle bir içim gıdıklandı, Allaah dedim, ben başlarım buna yeniden! Kımıl kımıl oldum yeminle. Tam play tuşuna basacaktım ki bir şey oldu, telefon mu çaldı, kapı mı çaldı ne olduysa, şimdi hatırlamıyorum, ortam dağıldı. Ve ben de unuttum 24'ü. 
Unutmuştum yani. Ta ki şu ana kadar. Bu yazıyı yazarken yeniden hatırladım bak. 
Hiç iyi olmadı.
Malum, 24'ün bir sezonunda yirmi dört bölüm var. Her biri kırk beşer dakika. 
DOKUZ SEZON.
Yani... Dadanırsam yanarım.
Yok yok unutayım ben bunu. 

Hatta hemen bu yazıya da noktayı koyayım. 
Ve 24'ü kafamdan çıkartmak için ne yapayım?
Hmmm...?
Evet, buldum, en iyisi bir bölüm Kuzey Güney açayım!


Foto kaynak; burası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...