Sayfalar

14 Eylül 2014 Pazar

Tuz Kokulu Filmlerin Ardından


Turgutreis'in pek sevdiğim açık hava sineması olan Cine-Marine Yazlık Sinema'da 5-11 
Eylül tarihleri arasında, "Deniz Filmleri Festivali" yapıldı.
Yedi filmden dört tanesini izleyebildik ve gerçekten çok ama çok keyifliydi.
Gösterimler tamamen ücretsizdi. 
Halkımızın ücretsiz olan her şeye karşı tutumunu çok iyi kavramış olan ben, "Amaan bu sezonda kimse kalmamıştır, bomboş olur, rahat rahat izleriz." diyen kocama karşılık olarak, "Hiç öyle olmaz, aksine yer bulabilmek için erken gitmemiz gerekir." dedim. 
İlk filmimizi festivalin ikinci akşamında izledik ve tabii ki ben haklı çıktım. Sezondaki -hatta ağustostaki- vizyon filmlerinde bile olmayan bir kalabalık vardı. Ama neyse ki erkence gittiğimiz için yer de bulduk, battaniye de.
Sonra bir gece atlayarak, festivalin dördüncü akşamında başka bir filme gittik, yine erkence bir saatte.
Amanın o da ne?!
Ne yer kalmış, ne de battaniye!
Mecburen en öne oturduk, sezonda bile serin serin esen ve battaniyeye sarınmamızı mecbur kılan açık sinemanın o geceki 'ısıtıcısı' ise canım kocam oldu. Film boyunca bana sarılmaktan ve oramı buramı ovuşturmaktan kolları tutuldu garibimin.
Anladık ki, kulaktan kulağa bir yayılmaca olmuş bu süre içinde.

- Sinema beleşmiş kanka!
- Hadi lenn, ciddi misin moruk?!
- He ya!
- İyi, manitaları da alalım, bu gece sinemaya akalım o zaman!
- Akalım kanka!

- Beey, beeey! Sinemada bedava film varmış, çoluğu çocuğu toparlayıp bi gidiverek.
- Essah mı diyon, parasız mı?
- Parasız beey, parasız.
- Abingillere de haber ediver o zaman, kamyonetin arkasına doluşup gidelim...

- Aşkıııım bu akşam sinemada belgesel varmış, çok keyifli, gidelim mi?
- Ne belgeseli ulen, napayım ben belgeseli?..
- Çok güzelmiş ama, su altı...
- Gel kız, ben seninle bi sualtı belgesel çekivereyim şimdiiii, seni seni...
- Ama ücretsizmiş aşkııım!
- Aha, hadi ya! Hadi kalk, toplan toplan toplan, bu gece sinemadayız!

Yani anlayacağınız, öyle bir kalabalık vardı ki, hani resmen ücretsiz olduğunu duyan gelmiş!
"Sezon filmlerinde aklınız neredeydi yavrucuğum?" dedirtecek cinsten.

Üçüncü gidişimizde nispeten tenhaydı, yani istediğimiz yere oturabileceğimiz kadar 
tenhaydı en azından. Meğer milli maç varmış o gece, ondanmış. Yukarıda diyaloglarını yazdıklarımın çoğu maç tercih etti tabii ki.

Son gece ise erken gitmemize rağmen yine yer bulamadık! 
En önde, battaniyesiz ama neyse ki bu sefer akıllanmış olarak, yani kazaklarımızla.
Ama kimse beni yanlış anlamasın, ne ücretsiz olmasına karşıydım, ne de ücretsiz olduğu için oluşan kalabalığa.
Festival organizasyonunu oldukça mutlu etmiştir bu kalabalık, eminim.
Hatta maddi durumu olmayıp da sinemaya gelemeyen kişiler için çok da güzel olmuş.
Ama gerçekten o kalabalığın içinde 'sırf ücretsiz olduğu için gelen' bir kitle de vardı.
Onların da canı sağ olsun, ne yapalım. Belki bu sayede sinemaya ilgileri oluşmuştur azıcık.:) 

Bu festival kapsamında izledğimiz filmlere gelince.

TABARLY. (Film isimlerine basınca IMDB sayfası açılır.)


Tekrar tekrar izleyeceğim şahane bir belgeseldi ve bu sayede Eric Tabarly'yi tanıdığım için gerçekten çok mutluyum. Bu filme özel yazı yazdığım için burada tekrar açıklama yapmayacağım. Yazısı burada, okumanızı öneririm.


Kocam yirmi yıl evvel izlemiş ama ben hiç izlememiştim. Yunanistan, Sicilya, Peru, Côte d'Azur arasında gidip gelen, çocukluklarından tanışan biri dünya şampiyonu iki usta serbest dalışçının heyecanlı, duygu dolu, bazen insanı geren, bazen kahkahalara boğan, çokça hüzünlendiren hikayesi. Filmi gerçekten çok ama çok başarılı buldum, çok etkilenmiş halde çıktım. Tekrar izleyeceğimden de eminim. İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. 

Norveç yapımı bu filmde, kendi yaptıkları sal ile Pasifik Okyanusu'nu 101 günde geçmeyi amaçlayan ama aslında denizden, denizcilikten pek anlamayan, son derece acemi beş arkadaşın hikayesi anlatılıyor. Asıl amaç ise, liderleri Thor Heyerdahl'ın, aslında Güney Amerikalıların, taa Kolomb öncesi zamanlarda Polinezya'yı keşfedip orada koloni kurmaya çalıştıklarını ispat etmek istemesi.
İlk olarak 1947'de çekilen Kon Tiki Oscar almış. Ama 2012 yapımı bu son film bence hayal kırıklığı idi. Evet, sürükleyiciydi, izledik, fena değildi. Ama kesinlikle beklediğimi bulamadım. (Artık ne beklediysem!)

Son gece gittiğimiz bu filmin, kocamla aramızda matrak bir geyiği oluştu, önce onu anlatayım. Kaptan Philips aslında bizim arşivimizde vardı ve yaklaşık bir aydır kocam izleyelim diyordu. Ama ben konusunu okumamıştım ve nasıl olduysa kocam bana bu film için "savaşlı film" dedi diye aklımda kalmış. Hani böyle deniz kuvvetleri savaşı falan gibi. Hal böyle olunca ben de her seferinde burnumu büküp, "İzlemem de izlememm! Ben o filmi izlemem!" diye tutturdum.
Ama ne bir açıp IMDB'den okudum, ne de kocam konuyu yanlış anladığımı fark etti. Böyle bir kısır döngünün içine girdik.
Ve sonuçta bu filmin festival kapsamında olduğunu öğrenen kocamı tuttu mu bir gülme!
Eh, ben açık hava sinemasının hastasıyım, bu da son gösterim, koca bir kış ayrı kalacağım oradan. Mecburen gidecektim, savaşlı, mavaşlı, ne yapalım.
Kocam da bu arada dalgasını geçiyor benimle, "Sana bütün yaz izletemediğim filme festivalde gidiyorsun ya, oh olsun" gibilerinden.:)
Böyle böyle geyik yaparak girdik filme.
Ve şu anda bütün kalbimle söylüyorum: İYİ Kİ GİTMİŞİM!!
Öncelikle belirteyim, konusunu ben tamamen kıçımdan anlamışım, afedersiniz.
Savaşlı, donanmalı vs.. ile alakası bile yoktu.
Uluslararası sularda yol alan, kaptanı Tom Hanks olan, çok büyük bir kargo gemisine, Somali açıklarında Somalili deniz korsanlarının 'dadanma' hikayesi.
Bilmiyorum bu filmi nasıl anlatabilirim size. (Spoiler yok, rahat olun.) Son zamanlarda izlediğim en heyecanlı, en harika filmlerden biriydi.
Koskoca bir yük gemisi ve onu ele geçirmeye çalışan minicik bir korsan teknesindeki üç-beş ilkel korsan.
"Ateş olsanız cürümünüz kadar yer yakarsınız! Hadi ordan, koca gemiyi nasıl ele geçireceksiniz?!" diyorsunuz. 
İlk başlarda küçümsediğiniz,  hani ne yapsanız da üstünüze üstünüze yapışan minik ama son derece arsız bir sivrisinek hissi veren ama CİDDEN baş belasına dönüşen bu korsanlarla, Kaptan Phillips ve mürettebatının inanılmaz mücadelesini mutlaka izleyin!
Ben gerçekten uzun zamandır bu kadar hop oturup hop kalkmamıştım bir filmi izlerken.
Heyecan, sinir, kızgınlık, öfke, adrenalin, yani her şeyi yaşıyorsunuz iki saatlik filmde ve tempo hiç düşmüyor, hiç!
Ve gerçek hikaye.
Gerçek Kaptan Phillips, tüm yaşadıklarından sonra bir kitap yazmış. Sonra da filmi çekilmiş.
Ve şimdi diyorum ki, iyi ki kocamın ısrarlarına kanıp evde izlememişim de, kocaman perdede izlemişim. Gerçekten muhteşemdi!
İzleyin, izleyin, izleyin!

Evet, sonuç olarak, Kon Tiki dışındaki tüm filmlere bayıldım. (Ama onun da Oscar almış olan ilk çekimini mutlaka bulup izleyeceğim.)
Bir festivali -çoook kalabalık da olsa- keyifle devirmiş olduk.
Ve son film ile açık hava sineması bu sezonluk kapandı.
Ve işte o anda, kapısından çıkarken, ilk defa yazın bittiğini hissettim. İçim hüzünle doldu.
Şimdi koca bir kış, önümüzdeki yazın filmlerinin hevesiyle yaşayacağım.

Teşekkürler Cine-Marine!
Tişikkirler Sipirmin! :P







4 yorum:

  1. Aaaa! İlk kez böyle yazlık sinema görüyorum Eylül'üm. Benim çocukluğumda (1965'ler) yazlık sinemalar tahta sandalyeler vardı, çıplak hatta minderi kendisi getirenler olurdu:) sonra kalktı. Çekirdek çıtlar yıldızlı gökyüzünde film izlerdik ama yazın olduğundan üşümezdik. Hırkamız, kazağımız yeterdi. Böyle battaniyeli filanını ilk kez gördüm:))))
    çok keyifle okudum, diyaloglarda güldüm - senden iyi senarist olur- valla ciddiyim
    sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizin bahsettiğiniz klasik yazlık sinemaların da tadı bambaşkaymış!
      Bu bizimki minderli tür. Ama çooook rahat. Şezlonglar da var ama onlar sert, minderlere gömülmek şahane.
      Akşamları o bölge biraz serin oluyor. İlla ki ya kazak giymek, ya biraz polarla falan örtünmek gerekebiliyor. Ama o da zevkli.
      Diyaloglarımı beğenmenize çok sevindim, çok eğleniyorum onları yazarken, öyle içimden geldiği gibi çıkıveriyorlar. :)) Ama senaristlik pek bana göre değil, özgür yazma ruhuma pek uymuyor sanırım. :))

      Sil
  2. Sevgili blog yazarı, dört ayaklı canlıların dostu; bir aydır yazı yazmadığınızın ve okurlarınızı merakla beklettiğinizin farkında mısınız acep :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pek sevgili Kızlı Erkekli Kedili..:) Aah ah, hem de nasıl farkındayım! Ve elim klavyede olmasa bile aklım hep blogda vallahi. Bir "dönüş" yazısı yazacağım ne zamandır, bir türlü fırsat olamadı. Hatta son birkaç gündür de, niye uzun zamandır yazamadığımla ilgili yazayım diyordum... Çok teşekkür ederim beni düşündüğün ve de dürttüğün için. :)
      Bunun üzerine azıcık utanayım da en kısa zamanda yeni yazı gireyim di mi? Evet evet, yazayım. Şu birkaç gün daha geçsin, sonra yazacağım söz. :))

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...